ibrahim@ibrahimberksoy.com.tr

'Türki̇ye Yüzyılı'ndan 'Yüzyılın Felaketi̇'ne-2
14 Şubat 2023, Salı
'Türkiye Yüzyılı'ndan 'Yüzyılın Felaketi'ne-2
Deprem Korkusu
'Türkiye Yüzyılı'ndan 'Yüzyılın Felaketi'ne-2

“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…

“Kahramanmaraş Depremi” üzerine Düşünceler-2

Deprem Korkusu

1.

1995 yılı Kasım sonundan itibaren yaklaşık altı ay süreyle Uluslararası Japon İşbirliği Ajansı’nın (JICA) bursuyla Japonya’da teknik bir eğitim programına katılmıştım. Brezilyalı, Arjantinli, Ürdünlü, Hindistanlı, Endonezyalı ve Pakistanlı altı mühendis arkadaşımla birlikte oldukça verimli bir grup dinamiği oluşturmuştuk. Kyushu’daki uluslararası eğitim merkezindeki tanışma ve açılış toplantısında bir yetkili söz arasında, “Japonya bir deprem ülkesi. Eğitiminiz boyunca kaldığınız yerlerde zaman zaman sarsıntı hissedebilirsiniz. Lütfen tedirgin olmayın, endişeye paniğe kapılmayın. Binalar depreme dayanıklıdır. Hissettiğiniz sarsıntılar bir süre sonra kesilecektir. Böyle bir durumla karşılaştığınızda lütfen birazdan sizlere dağıtacağımız bilgilendirme broşüründeki talimatlara göre hareket edin.”

Altı ay gibi uzun sayılabilecek bir süreyle bir deprem ülkesinde bulunurken kaldığımız binaların depreme dayanıklı olduğunu, hissedilecek sarsıntıların korku ya da paniğe yol açmaması gerektiğini bilmek son derece değerliydi…

Yıllar sonra 6 Şubat 2023 Pazartesi… O gün önce sabaha karşı 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde, ardından 9 saat sonra öğleyin 13.24’te Elbistan’da meydana gelen iki büyük yıkıcı deprem ve sonrasında büyüklü küçüklü binin üzerinde sarsıntıdan oluşan deprem fırtınası yaklaşık 13,5 milyon nüfusun yaşadığı 10 ilimizde hepimize onulmaz acılar yaşattı. Bir yandan günler boyunca bu ağır bedeli öderken öte yandan da deprem endişesinden uzak bir biçimde güven içerisinde yaşamanın maliyeti nedir diye düşünmekten kendimi alamadım.

 

2.

Anayasamızın 56. Maddesi “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” der. 57. Madde “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” der.

Bir ülkede depremin yıkıcı etkisinin yol açacağı endişelerden uzak bir biçimde güven içerisinde yaşamanın maliyeti nedir, nasıl hesaplanır? Japonya bu maliyeti karşılamış olmalı ki 1995 yılı sonunda ülkesinde misafir ettiği kursiyerlerine binaların depreme dayanıklı olduğunu, hissedilecek sarsıntıların korku ya da paniğe yol açmaması gerektiğini söyleyebiliyor. Oysa daha o yılın başında (17 Ocak 1995) Richter ölçeğine göre 7.2 büyüklüğünde Kobe kentinde bir büyük deprem olmuş, çoğu deprem sırasında ve sonrasında çıkan yangınlar sonucu (kimisi de yıkılan yapılar sonucu) 6 binin üzerinde kişi ölmüştü. Son 50 yıl içerisinde Japonya’daki en yıkıcı depremdi. O dönemde 1,5 milyon kişinin yaşadığı şehrin altyapı şebekesi (su, gaz, elektrik vb.) tamamen çökmüştü. Zarar 150 milyar dolardan daha fazlaydı. Bu depremin ardından Japon hükümeti depremlere daha hızlı müdahale edebilmek için ulusal felaket stratejisi geliştirdi. Japonya o büyük depremin yaralarını bir yıl içerisinde sardı. Oradayken Kobe depreminin birinci yıl dönümünde şehrin fotoğraflarını gösterdiler. Fotoğraflarda Kobe’nin depremden hemen sonra ve bir yıl sonraki durumu karşılaştırmalı olarak yer almaktaydı. Bu büyük badireyi atlatmış bir ülke, üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişken misafirlerine Japonya’daki yapıların depreme dayanıklı olduğunu söyleyebiliyordu. Bunun gerisinde hiç kuşkusuz bilimsel ve teknolojik gelişmelere uygun mevzuat, bu mevzuata uygun şehir ve bölge planlama, proje-inşaat işleri, bakım-onarım ve her aşamada tavizsiz kalite kontrol vardı. Bir deprem ülkesi olan Japonya’da irili ufaklı çok sayıda deprem olur, olacaktır da. Bu yönüyle Japonya’daki depremler kaçınılmazdır. Depremin olası yıkıcı etkisi tam olarak giderilemese de azaltılabilir. Yapım işlerindeki uygulamaların amacı, depremin yıkıcı etkisini azaltarak insanları endişeden uzak güven içerisinde yaşatabilmektir. Bir ülkede depremin yıkıcı etkisinin yol açacağı endişelerden uzak bir biçimde güven içerisinde yaşamanın maliyeti nedir sorusunun Japonya’daki yanıtı yapım işlerindeki işte tüm bu önlem ve uygulamalardır. Bu önlem ve uygulamalar, maliyetine katlanılarak (zaten orada “maliyetten kaçmak” ya da “maliyetten kaçınmak” mümkün değil!) Japonya’da uzun yıllardır tavizsiz yerine getirildiği için, planlamadan proje-inşaata, servis ömrü boyunca yapıların bakım onarımından her aşamadaki sıkı kalite kontrol faaliyetlerine dek tüm yapım işleri, deneyimli uzman personel tarafından yürütülen rutin, standart uygulama prosedürüne dönüşmüştür. Diğer bir deyişle, bu önlem ve uygulamalar sayesinde deprem korkusunu yenmek mümkün olabilmiştir.

Şimdi ülkemizdeki şartları (yapı durumu, yerleşim yerlerinin seçimi, mühendislik ve kalite kontrol hizmetleri, bakım-onarım faaliyetleri vb.) dikkate alarak aynı soruyu sorup sorumuza yanıt arayalım: Türkiye’de depremin yıkıcı etkisinin yol açacağı endişelerden uzak bir biçimde güven içerisinde yaşamanın maliyeti nedir ve bu maliyet nasıl hesaplanır? Örneğin herhangi bir tekil yapı için olası bir depremde “Bu yapı depreme dayanıklıdır, sarsıntılar olsa da içinde güvenle oturulabilir” diyebilmenin (ve gerçekten öyle olmasının) maliyetinin binanın tüm yapım maliyeti içerisindeki payı yüzde kaçtır? Bu maliyet örneğin şu an depremin yıkıcı etkisine maruz kalmış illerimizdeki yapılar (binalar, yollar, köprüler, tüneller vb.) için yüzde kaçtı? Tüm Türkiye’deki yapıların durumu (yapı stoğu) hesaba katıldığında yüzde kaçtır? Örneğin Türkiye bütçesinin yüzde kaçı kadardır? Bunlar hesap edilebilecek maliyetler. Bir de deprem anında ve sonrasında yaşanan derin acılar, travmalar var. O acıların, travmaların yıllar boyu sürecek olan görünmez maliyetleri nasıl hesap edilecek? Böylesi anlarda ciddi bir biçimde örselenen toplumun ruh ve beden sağlığının iyileştirilmesinin maliyeti nasıl hesap edilecek?

Depreme dayanıksız bir binada “burası deprem bölgesi ha bugün ha yarın deprem olacak” endişesiyle bir ömür tüketmenin maliyeti nedir? Ülkemizde acaba böyle kaç bina ansızın  “tabut ev”e dönüşmeyi beklemektedir? Bunları güçlendirmenin ya da uygun bir şehir bölge planlamasıyla yeniden yapmanın maliyeti nedir? Yıllar yılı bu iyileştirmeleri yapamamış olmanın maliyeti nedir? Uygun olmadığı bilindiği halde imar aflarından yararlanılarak içinde oturulmak zorunda kalınan binalarda geçen endişeli günlerin, ayların, yılların maliyeti nedir? Sorular çoğaltılabilir elbette…

Acaba biz de bu iki büyük depremden aldığımız ya da alacağımız derslerle, Japonya’da olduğu gibi, etkili bir ulusal felaket stratejisi geliştirebilecek miyiz? Yer seçiminden tüm yapım işlerine dek, deprem korkusu olmaksızın evlerimize, hastanelerimize, diğer kamu binalarımıza herhangi bir deprem endişesi duymaksızın girebilecek miyiz? Köprülerden, otoyollardan, demir yollarından, tünellerden, viyadüklerden gönül rahatlığıyla geçebilecek miyiz?

Ülkemizde şu an itibariyle deprem korkusundan, endişesinden, kaygısından uzak güven içinde hayat sürmenin maliyeti nedir? Bu soruyu sorunca ardından şu soruyu da sormamak olmaz: Yıllar yılı bu maliyeti biz neden göz ardı ettik? Sonraki depremlere daha hazırlıklı olalım diye yıllar yılı toplanan vergileri hangi sorumsuzlukla nerelere harcadık? Şu an yaşadığımız trajedi deprem maliyetini göz ardı etmiş olmamızın sonucudur.

Yazı ve yayınlara ulaşmak için...