Sayın Başkan,
Bu mektubu size emekliler adına belediyenin çay bahçesinden yazıyorum. Mektubuma başlamadan önce zat-ı âlinize mahsus selam eder saygılarımı sunarım.
Sayın Başkan,
Bizler emekli insanlarız. Kimimiz doktor, kimimiz öğretmen, kimimiz mühendis, kimimiz işçi, kimimiz esnaf olarak yıllar yılı çalışıp emekli olduk. Çoğumuzun saçları ağardı. Her birimizin kendine göre sağlık sorunları var. Hayatlarımızın son dönemlerini yaşıyoruz artık.
Sayın Başkan,
Epeydir bakımsız kalan bu güzel eski parkı içindeki çeşmesiyle birlikte elden geçirdikten sonra hizmete açtığınız için size minnettarız. Ayrıca, hemen her gün gelip gittiğimiz, akranlarımızla oturup sohbet ettiğimiz bu çay bahçesini biz emeklilere tahsis ettiğinizden dolayı zat-ı âlinize ne kadar teşekkür etsek azdır. Sayenizde yazın ağaçların serinliğinde, kışın da yağmurdan, kardan, soğuktan korunacak şekilde içeride sıcacık oturup aramızda yarenlik ediyor, akşama doğru da vakitlice evin yolunu tutuyoruz. Böylelikle, gün boyu evde pinekleyip hanımı, gelenini gidenini rahatsız etmektense arkadaşlar arasında gelmişten geçmişten konuşuyor, aramızda vakit geçiriyoruz. Ara sıra yeni arkadaşlar edindiğimiz de oluyor.
Sayın Başkan,
Halimiz ahvalimiz böyleyken, bilvesile, yeri gelmişken, emekliler olarak arz etmek istediğimiz bir iki maruzatımız var. Şöyle ki: Burada sayenizde cüz'i bir paraya sıcak çay, sıcak çorba içiyoruz. Çay 1 lira, yanında ekmeğiyle birlikte orta boy karton bardakta çorba 6 lira, fakat yarım litre pet şişede su 4 lira. Su biraz pahalı ama maruzatımız bu değil. Maruzatımız başka.
Sayın Başkan,
Burada hizmet "self servis". Herkes kendi çayını, çorbasını, suyunu bankoya gidip kendi alıyor. Yukarıda da arz ettim; bizler emekli insanlarız. Her birimizin kendine göre çeşitli rahatsızlıkları var. Günlerimizin çoğu aile sağlık merkezlerinde, hastanelerde geçiyor. Randevuydu, sıraydı, doktordu, tahlildi, röntgendi, ultrasondu, iğneydi, ilaçtı derken oradan oraya savrulup gidiyoruz. Allah sizi inandırsın, yanımızda refakatçımız olmasa başımız dönecek, şaşırıp kalacağız. Çoğumuzun değil servis tezgâhına kadar gidip çay çorba almak; siyatikti, romatizmaydı, kireçlenmeydi derken, oturduğu yerden ağrısız sızısız kalkacak mecali yok. Hadi bir gayret oraya kadar gittin diyelim, çay alacağın tezgâh da tezgâh olsa bari. Sanki askerlikteyiz. Tezgâhın gerisinde iki kanadı iki yana açılan, boy hizasında, daracık bir servis gözü var. Servis gözü dediğim, içerisini göstermeyen, mat, demir çerçeveli plastik bir pencere. Çay çorba almak için hepimiz o pencerenin önünde hizalanıyoruz. Pencere değil, önümüze gerilmiş bir duvar sanki. Hep kapalı. Kapı çalar gibi elimizdeki bozuk parayla bir kaç kez tık tık vuruyoruz pencereye. Açılırsa açılıyor, yoksa bekliyoruz. Açıldığında da bir güler yüz karşılasa bari bizleri. Yüksünerek soruyor pencerenin gerisinden gençten çalışan: "Ne istiyorsun?" Bazen homurdanmalar oluyor bekleyenler arasında. Bir keresinde, bahçede ilk defa gördüğüm birisi "Biz insan değil miyiz?" diye bas bas bağırdı pencerenin arkasındaki gençten çalışana. Gözümle gördüm, adamcağız bir kaç kez tıklattı pencereyi, açsınlar diye. Bir süre içerden aldırış eden olmadı. Belki işleri vardı, bilmiyorum, ama adam çok sinirlendi. Diyeceğim, oluyor ara sıra böyle tatsızlıklar. Halbuki ne gerek var böylesi demir çerçeveli, içerisini göstermeyen duvar gibi kapılara, pencerelere? Hangi kafede, pastanede var böyle gayriinsani muamele?
Sayın Başkan,
Ne olursunuz bizleri bu iş bilmez, saygısız gençten çalışanların elinden kurtarın. Ya onları usulünce eğitin, yol yordam öğretin ya da onları başka işlere koyup yerlerine iş bilir çalışanlar tayin edin. Bir de biz emekliler için şu self servis işinden vaz geçin. Zira yukarıda halimizi arz ettim. Tıpkı pastanelerdeki, kafelerdeki gibi çayımız, kahvemiz, çorbamız, suyumuz masamıza gelsin. Parası neyse verelim. Yan tarafta yine belediyeye ait daha lüks bir sosyal tesis var. Kahvaltı var, köfte var, pasta var, çay kahve var... Öyle servis kapısı, penceresi, gözü filan da yok. Her yer oldukça ferah. Masaya oturduğunda hemen bir garson geliyor, büyükçe bir menü uzatıp "Ne arzu edersiniz?" diye soruyor. Pahalı olduğundan biz o bölüme pek gitmiyoruz. Ara sıra köfte ekmek ısmarladığımız olur, o kadar. Tıpkı yandaki sosyal tesis gibi bize tahsis edilen bölümde de üç beş garson olsa, masaları dolaşıp "Bir arzunuz var mı?" dese, yahut biz çağırdığımızda gelse, çayımızı, kahvemizi, çorbamızı, suyumuzu getirse, bundan ne çıkar. Bu kadarcık bir hizmeti de mi hak etmiyoruz. Yıllardır bu devlete kimimiz doktor, kimimiz mühendis, kimimiz öğretmen, kimimiz işçi, kimimiz esnaf olarak hizmet ettik. Şimdi belediyenin bu güzide bahçesinde bir garson masamıza gelse, istediklerimizi getirip götürse kıyamet mi kopar? "Kıyamet mi kopar" sözünü belki bilirsiniz; Namık Kemal'in Vatan yahut Silistre piyesinde geçer. Abdullah Çavuş piyes boyunca yeri geldiğinde hep "kıyamet mi kopar" der, durur... O piyes, çay bahçesindeki kitaplıkta var; geçen gün vakit geçsin diye raftan alıp okudum biraz. Güzel piyes, okumadıysanız, tavsiye ederim. Edindiğim bilgilere göre piyes 1 Nisan 1873’te ilk kez sahnelendiğinde halk milli duygularla galeyana gelmiş, büyük nümayişler yapılmış. Piyesin halk üzerindeki etkisi üzerine Namık Kemal’in gazetesi İbret kapatılmış, kendisi de Magosa’ya sürülmüş.
Sayın Başkan,
Affınıza sığınarak bir maruzatımız daha olacak. Burada çoğu zaman cam bardak bulunmuyor. Kâğıt bardaklarda veriyorlar çayı. O da çay tadı vermiyor. Salgın sırasında mecburen kâğıt bardaklardan çok çay içtik ama artık pandemi de kalmadı, neden cam bardaklar bazen yetişiyor bazen yetişmiyor, anlayamıyorum. Cam bardakların yıkanması mı zora gidiyor bilemiyorum. Kimse kâğıt bardaktan çay içmek istemiyor. Bir emir verseniz de bizi şu kâğıt bardaklardan kurtarsanız. Ağzımızın tadı bozulmasa. Olmazsa bardakları biz alalım. Parası neyse verelim.
Sayın Başkan,
Biliyorum, bu mektubumla epeyce başınızı ağrıttım. Dilimizin döndüğünce halimizi arz ettik. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Biliyorsunuz, bu güzide parkı da, içindeki çay bahçesini de zat-ı âliniz hizmete açmıştı. O sırada bizleri de düşünmüş, her gün gidip geldiğimiz bu çay bahçesini bizlere tahsis etme inceliğini göstermiştiniz. Minnettarız. Vaktiniz olursa bir gün masamızı teşrif edip bir çayımızı kahvemizi içerseniz bizi bahtiyar etmiş okursunuz. Bahçenin yerini bilmez değilsiniz.
Maruzatımız bundan ibarettir. Sürç-ü lisan ettiysek affedin.
Baki selam ve saygılarımızla...