ibrahim@ibrahimberksoy.com.tr

Ahmet Telli'nin Şarkı Sözleri
2 Aralık 2021, Perşembe
Ahmet Telli'nin Şarkı Sözleri
Kavram Karmaşa Yazıları Sayı 22 "Sesin bir fesleğen olup kokardı / Ben bu yüzden hep türküler yakardım"
Ahmet Telli'nin Şarkı Sözleri

Kavram-Karmaşa: Sayı 22

"AHMET TELLİ'NİN ŞİİRİ: HÜZNÜ İSYAN..."

"Sesin bir fesleğen olup kokardı

Ben bu yüzden hep türküler yakardım"

 

Ahmet Telli'nin Şarkı Sözleri

 

            1.

            Öteden beri şairleri kimi zaman üzen, kimi zaman sinirlendiren, kimi zaman da -açıkça belli etmeseler bile- mutlu eden  konuların başında şiirlerinin bestelenmesi gelir. Aslında her üç durumda da şairlere hak vermek gerekir.

Şiirlerinin bestelenmesi kimi zaman şairi üzer; çünkü, öncelikle şiir güfte değildir. İkisi birbirine benzese de biri diğerinin yerini tutmaz ve ilke olarak birbirinin yerine geçmemeli. Tıpkı bir film senaryosu ile tiyatro oyunu metninin  yer yer birbirine benzemesi ama -baştan sona aynı tema üzerine olsa bile- asla birinin diğerinin yerini tutmaması gibi.

Şiirlerinin bestelenmesi kimi zaman şairi sinirlendirir; çünkü, özellikle 80'li yıllardan bu yana şairlerin güzelim şiirleri öyle özensiz, öyle acımasız, öyle yağmacı, öyle faydacı, öyle propagandacı amaçlarla "bestelenip" piyasaya sürüldü ki şair kimi zaman kendi yazdığı şiire sahip çıkamaz oldu. Nevzat Çelik'in cezaevinden çıktıktan sonra "Şafak Türküsü"nü Ahmet Kaya'nın bestesiyle dinledikten sonra tepki gösterip "Kendi şiirimi tanıyamaz oldum. Bu benim şiirim değil artık!" dediğini şimdi bir kez daha anımsıyorum. Benzer bir mantıkla kimi şiirler, bütünlüklerinden koparılıp, saçma sapan kolajlarla, kötünün kötüsü grafik ve fotoğraflarla kartpostallara dönüştürüldü. Güzelim dizeler böylesi sorumsuzluklarla  yıllardır adeta birer "resim altı" olarak kullanıldılar ve kullanılmaktalar. Bu kolaycılığın ve acımasızlığın bir diğer yansıması ise reklam metin yazarlarının, hazine avcılarının orayı burayı delik deşik etmesi gibi, şiir kitaplarına dadanıp, yazdıkları reklam metnine slogan olabilecek dize avcılığına girişmeleridir. Özünde şiiri şiir olmaktan çıkaran tüm bu olumsuzluklar  şairleri haklı olarak sinirlendirmektedir.

Şiirlerinin bestelenmesi kimi zaman şairi -açıkça belli etmeseler bile- mutlu eder; çünkü şiirdeki atmosferi notalara başarıyla taşıyan, şiirin kendi iç uyumuyla barışık, güzel bir uyarlama  hem şiir hem de müzik adına bir kazanç sayılır. Tıpkı bir romanın, öykünün başarılı bir biçimde beyazperdeye uyarlanması gibi...

2.

Ahmet Telli ile ilk kez 1980'li yıların ortalarına doğru Ankara'da Sanat Kurumu'nda bir imza gününde karşılaşmıştım... O gün Yangın Yılları'nı imzalamıştı bana. Kitaplığımın "imzalı kitaplar" bölümünden alıp, o günün anısına Yangın Yılları'ndaki şiirleri yeniden okudum. Kitabını bana "Güneşi birlikte çekelim buluttan"  diye yazıp imzalamış. O günlerde Yangın Yılları'ndaki şiirlerden "Erken Açan Çağla Çiçeği Gibisin"i, "Hüzne Bile Zaman Yok"u, Güneşi Sen Çekeceksin Buluttan"ı, "Geceleyin Kırda"yı kendime yakın bulmuşum....Onun Ankara'da Zafer Çarşısı'ndaki Eylül Kitabevi'nde içtiğim çayların tadı hâlâ damağımda...

Ahmet Telli'nin şiirlerine olan ilgim bugüne değin hep sürdü. Yangın Yılları'nı Hüznün İsyan Olur, Dövüşen Anlatsın, Saklı Kalan, Su Çürüdü, Belki Yine Gelirim ve  Çocuksun Sen izledi. Ahmet Telli'nin şiirleriyle birlikte şiir üzerine gazetelerde, dergilerde yazdıklarını da ilgiyle izledim. Şimdilerde, Ahmet Telli'nin, daha önce yazdığı yazılardan derleyip yayına hazırladığı kimi yazıları - ki yayımlanan yazılarının onda birini ancak oluşturuyor- iki kitap olarak yayımlandı. Böylelikle bizler Ahmet Telli'nin yaklaşık 35 yıllık şiir yaşamının değişik dönemlerindeki düşüncelerini, duyarlıklarını, tavır alışlarını derli toplu olarak okuyup, elimizin altında bulundurabiliyoruz. 

İlk basımı 1984 yılında yapılan Belki Yine Gelirim'deki şiirler özellikle üniversite öğrencileri arasında sıcak bir ilgiyle karşılanmıştı. Bu ilgi sonraki şiirlerinde de hep sürdü. Öyle ki şairin "Kalbim Unut Bu Şiiri" adlı kitabındaki seçme şiirlerin çoğu ya ezbere biliniyor, ya öğrencilerin düzenlediği tiatral şiir gecelerinin "vazgeçilmez şiirleri" arasında yer alıyor ya da öğrenci defterlerinin arasına el yazılarıyla yeniden yazılıyor...Benzer bir durum örneğin Ataol Behramoğlu'nun şiirleri için de söylenebilir.

1990'lı yıllarda şairlerin  stüdyo ortamında, fon müziği eşliğinde kasetlere kendi sesinden şiirlerini okumalarına tanık olduk. Geçmişteki taş plaklardan süzülüp gelen orijinal kayıtlarla birlikte bu yeni tarz "kendi sesinden şiirler"in bana göre  belki de tek yararı  "belge" niteliği taşımalarıdır. Bunun ötesinde şiire pek bir katkı sağladıkları söylenemez. Şiir okurları açısından ise şairin kendi şiirini okurken dizelere yaptığı vurgu ve tonlamaları bilmek, şiirde şairin oluşturmak istediği atmosferi anlamaya çalışmak bir dönem için "şiir-ses ilişkisi" üzerinde yükselen farklı bir şiir duyarlığının gelişmesine olanak sağladı. Ancak şiir okurlarının bu yönelimi uzun sürmedi. Kasetten şiir dinlemek kitaptan şiir okumanın yerine asla geçmedi, geçemezdi. Otomobilinizde yol alırken müzik kasetleri yerine - ya da müzik kasetleriyle birlikte- şiir kasetleri  dinleme "seçeneği" -ya da  "olanağı"- pek fazla benimsenmedi. Benzer bir biçimde, satırlar arasında kaybolup, sayfaları sürekli çevirerek, bir nehirde yüzer gibi kitaptan okumak yerine  bir öyküyü ya da bir romanı  uzun yolculuklarda    kasetten dinlemek düşüncesi hiçbir zaman  çekici olmadı.

Ahmet Telli, şiir kitaplarının yanı sıra kendi sesinden şiirlerini okuduğu iki kaset yayımladı. Kalmasın (1993) ve Kül ve Kil (1997). Zaman zaman bu kasetleri evde, genellikle gece yarısında dinliyorum. Örneğin, gözlerim Belki Yine Gelirim'deki dizeleri izlerken, kulağım şairin yumuşak, lirik sesinde oluyor...Ahmet Telli'nin ve başka şairlerin sevdiğim şiirlerini bir dönem böylesi dinlemelerle ezberlediğimi belirtmeliyim. Ahmet Telli, Kalmasın'ı bana 1997 Nisan'ında "kalırsa dostluklar kalsın diye"rek imzalamış. Kül ve Kil ise imzasız!

Ahmet Telli şiir ile güfteyi (şarkı sözü) birbirinden ayıracak kadar şiire bağlı bir şair. Her iki şiir kasetinde de sıkı sıkı uyarmış: "şiirler güfte olarak kullanılamaz".

 Şairin bu uyarısı öyle yerinde ve zamanında  bir uyarı ki bu uyarıya kulak asmamanın sonuçlarını son dört beş yıldır çok acı bir biçimde yaşamaktayız. Artık şiir ile güfte pazarda aynı tezgahta satılır oldu. Şiirdeki iç uyum, şiiri şiir yapan mimari, felsefi derinlik, matematiksel kurgu unutuldu; alt alta yazılan her satır  şiir olarak anılır oldu...Davudî sesli şairler türedi. Vıcık vıcık arabeskin bir başka türü işte bu davudî sesli "şairler" eliyle birbiri ardına "piyasaya sürülen" "şiir kasetleri"nde yaşandı...Köyden kente göç olgusuyla başlayan "ah"lar, "of"lar, "vah"lar, "yuh"lar ve daha ne acayiplikler bir başka biçimiyle adeta yeniden  "hortladı". İzleyebildiğim kadarıyla bu sürece hep davudî erkek sesi egemen oldu. "Cins-i latif"in ipek  sesinin  bugüne değin bu sürecin uzağında kalması belki de bir şans! Başka bir açıdan bakarsak,  mevcut atmosferin "ehlileşmesi" için belki de gerekli! "Çocuk sesi"nin bu azgın müzik piyasası"nda sömürülmesinin ise bir daha tekerrür etmemek ya da aklımıza gelen/gelmeyen başka  kâr kapılarında yeniden karşımıza çıkmamak üzere artık tarihe karışmış olmasını dilerim.

Bu olumsuz sürecin elbette ki kendi sesinden şiirlerini kasete okuyan şairlerle uzaktan yakından bir ilişkisi yok; ama tüm bu olumsuzluklar eninde sonunda, yıllar süren değerli katlılar sonucunda elde edilen güzelim şiir beğenisini erozyona uğratıyor...Şairlerin, şiir okurlarının, yayımcıların  bu sürece kızmaları, isyan etmeleri son derece doğal ve yerden göğe kadar da haklılar. Ama her sabun köpüğü gibi bu köpük de tükenecektir; her dalga gibi bu dalga da geri çekilecektir. Eninde sonunda sel gidip kum kalacaktır. Hem zaten bu azgınlıkların, yağmalamaların, hoyratlıkların, duygu sömürücülüğünün amacı kum olup kalmak değil; bir an önce bu köşeyi dönüp, başka köşeleri kolaçan etmek değil midir?

3.

Çerçeveyi yerleştirdikten sonra artık Ahmet Telli'nin şarkı sözleri üzerine birkaç şey yazabilirim.

Ahmet Telli'nin sözlerini yazdığı şarkıları ilk kez ben Tolga Çandar'ın seslendirdiği Kar Yangınları'nda dinledim. Tolga Çandar, 1890'li yılların ortalarında Ankara'da okul arkadaşımdı. Tolga Çandar'ı Çağdaş Türkü adıyla yayımladıkları  Bekle Beni kasetinden beri izlerim. Kasete adını veren Bekle Beni'nin Ahmet Telli'nin şiiri olması bu yazı için hoş bir rastlantı olsa gerek. (Küçük bir parantez: Ahmet Telli'nin bu şiiri, adını ünlü ozan Konstantin Simonov'un aynı adlı şiirinden almaktadır ve Saklı Kalan'da bu şiir "Bekle Beni" adıyla tırnak içinde yayımlanmıştır. Şiirin girişinde de zaten Simonov'un dizeleri yer almaktadır. Simonov'un bu güzel şiirini, Cem Karaca'nın besteleyip seslendirdiğini meraklıları elbette bilirler.)

 

Kar Yangını

Tolga Çandar'ın seslendirdiği Kar Yangını'ndaki şarkıların  sözlerini Ahmet Telli, Ahmet Erhan ve Adnan Yücel yazmış. Bu şarkılardan, Ahmet Telli'nin sözlerini yazdığı şarkıları yeniden dinlediğimde bende kalan ilk izlenim "yoğun bir hüzün" oldu... Hüzünle birlikte geçmiş günlere sitem ve yer yer de özlem...İşte Kar Yangını'ndan bir bölüm:

" Uçurumlar gibi susuyorsun yine

Üzgünsün belli ki bekliyor gibi

Sarıyor bir hüzün gözlerin dalıyor

Gelmiyor bir mektup tek bir ses bile"

Kar Yangını'nı dinlerken Karda İzler şiiri geliveriyor aklıma birden. Ahmet Telli'nin en sevdiğim şiirlerinden birisi. "Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün" diyen bir şairin şu dizelerini kim ezberlemek istemez:

"Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık

Anladım buz tutmuştur aşklarım kar yangını

Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi

 

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün"

Bu arada bir kez daha vurgulamakta yarar var: Şarkı sözlerini "şiir gibi" okumak doğru değil. Şiirin kendi içinde bir bütünlüğü, iç uyumu ve mimarisi var; alt alta yazılmış satırları şiir mertebesine ulaştıran şey ,  şiire hayat veren  ögelerin o metinde bir araya gelebilmiş olmasıdır. Şarkı sözlerinin ise beste ile çok sıkı bir ilişkisi var. Ne şarkı sözü ne de beste tek başına bir anlam ifade eder. İkisinin birlikteliği ve uyumu çok önemli. Örneğin, kürdili hicazkâr makamına  Aysel Gürel'in -ki kendisi bence Türkiye'nin en özgün, en dikkate değer üç beş şarkı sözü yazarından birisidir- yazdığı şarkı sözleri nasıl uymazsa, "Oynama Şıkıdım Şıkıdım" sözleri de Şeb-i Aruz törenlerindeki semazenlerin mevlevi müziğine elbette ki uymaz. Bu belki çok uç bir örnek gibi görülebilir, ama biz bu ülkede yıllardır geleneksel halk ezgilerinin  olur olmaz sözlerle, yalan yanlış söylendiğine çok tanık olduk. Yüzyıllar boyunca çeşitli vesilelerle halkın doğal refleksi haline gelmiş ağıtlara, "konserlerde" tempo tutup, "şıkıdım şıkıdım oynadığımız" çok oldu. Tolga Çandar'ın bu gibi durumlar için söylediği güzel bir söz vardır: "kurbanınız olayım, bilmediğiniz şeylere dokunmayınız!".

İşte bu nedenlerle Ahmet Telli'nin Kar Yangını adlı "güfte"sini şiir gibi okumamak gerekir. Kar Yangını'nın keyfi, Tolga Çandar'ın sesinden,  o güzelim ezgiyle  birlikte dinlendiği zaman ortaya çıkıyor. Şarkıda duyumsadığım "yoğun bir hüzün", güfte ve bestenin birlikteliğiyle kendini açıkça hissettirebiliyor. Ayrıca Kar Yangını, hüzünlü bir şarkı için güzel bir isim. Bir şiir için de öyle olmalı ki, Edip Cansever "Nerde Antigone"de (1961) aynı adlı bir şiir yayımlamış. Şu dizeler o şiirden:

"Belki bir söz yığını, yıllar var konuşulmamış

Çıkarlar kar yangını her biri duyduğu yerden

Yüzleri, saçlarıyla, bir de gözbebekleri

Asılırlar, boşluğa çocuksu seslerinden

Birtakım dünyalarla önce ve güzel

Kış güneşi, sarmaşık, kim ne anlıyor sanki ölümden."

"Yoğun bir hüzün" duygusu Ahmet Telli'nin bu kasette yer alan tüm şarkı sözlerine iyice sinmiş. İşte "Melankoli"den bir bölüm:

"Çocuk yüzüm yine hüzne dalıyor

Dönüp dönüp yine sessiz kalıyor

Dinmeyecek sanki keder böyle giderse

Bitmeyecek özdeyişler yıllar boyunca

Kim bilecek bulup bulup kaybettiğini"

Bu arada, Ali Kocatepe'nin  başarılı bestesi ile Sabahattin Ali'nin aynı adlı şiirinin daha bir gelişip serpildiğini, şiirlerin bestelenmesine güzel ve başarılı bir örnek olarak belirtmek sanırım yerinde olur.

Ahmet Telli'nin kasetteki diğer şarkı sözleri de benzer biçimde onun sıkı sıkıya bağlı olduğu ve durmaksızın izini sürdüğü temalara yaslanıyor. Bu temalar arasında gezginlik, biten aşklar, ömür, bir şehri bırakıp gitmek ya da bir şehre ayak basmak öncelikle duyumsadıklarım. Ahmet Telli yıllardır izini sürdüğü bu ve benzeri temaları şiirlerinde başarıyla işledi. Bu başarıyı, müzisyenlerle birlikte ortak bir çalışmayla "güfte-beste ilişkisi" bağlamında müziğe taşıması bence çok güzel.

Sular Gibi

Ahmet Telli'nin, Tolga Çandar'la olan birlikteliğini Kar Yangını'ndan sonra bir başka boyutta "Sular Gibi"de de sürdürmesini doğrusu sevinçle karşıladım. Ahmet Telli'nin şiirine ne kadar sempati duyuyorsam, Tolga Çandar'ın müziğine de o kadar sempati duyuyorum . Her ikisini de keyifle izliyorum.

Sular Gibi Ahmet Telli'nin şiire belki de en çok yaklaşan şarkı sözü:

"Sesin bir fesleğen olup kokardı

Ben bu yüzden hep türküler yakardım"

Öyle güzel, öyle "dört başı mamur" lirik bir şarkı sözü olmuş ki Sular Gibi, ben bu sözleri hem Tolga Çandar'ın başarılı müziğiyle bütünleşen etkileyici sesinden dinledim, hem de bir şiir gibi okudum.

Ahmet Telli'nin şarkı sözleri özünde bugüne değin geliştirdiği "şiir atmosferi"ne, "şiir duyarlığı"na çok yakın . Böyle olması da doğal ve anlaşılır bir şey. Ahmet Telli,  şiirde olduğu gibi şarkı sözlerinde de gündelik yaşamın ince ayrıntılarına ipeksi duyarlığıyla yaklaşıp, bizlere, kuşların uçuşundan, denizin kabarışından, sokakların akşamları boşalışından, yağmurun yağışından, bir aşkın sona erişinden, ayrılıklardan, yıllar sonra tutkulu kavuşmalardan, kar yangınlarından... arta kalanları anımsatıyor. Şiir gibi şarkının da özünde bir "anımsatma" - belki de bir "yüzleşme" ya da "yüzleştirme"- olduğunu bizlere duyumsatıyor...

3.

Ünlü Japon çay ustası Okakura Kakuzo, bir sanat olarak çay'ı anlattığı Çay Kitabı'nın bir yerinde, bahçeyi süpürüp sulayan oğlunu seyreden bir babanın, oğluyla olan konuşmasını aktatır. Baba, oğlunun yaptığı temizlikten memnun kalmaz ve oğluna "yeterince temiz olmamış" diye çıkışır. Bunun üzerine oğlu tekrar temizliğe başlar ve bir saatlik yorucu bir çalışmadan sonra babasına "Baba, elimden bundan fazlası gelmiyor. Üç kere taşları yıkadım, fenerleri ve ağaçları suladım, kara yosunu ve dikenler taptaze parlıyor. Yerde tek çalı çırpı ya da yaprak bırakmadım" der. Baba, bu sözler üzerine oğlunu "Küçük aptal, patika böyle süpürülmez!" diye azarlar. Sonra bahçeye çıkıp bir ağacı sallar ve yere düşen altın ve lâl rengi yaprakları oraya buraya serpiştirir. Babanın istediği sadece temizlik değil, aynı zamanda yapay görünmeyen bir güzelliktir.

Yıllar önce bir söyleşisinde Can Yücel, "şiir yazarak bahçedeki günebakanları koruyorum" demişti. Ahmet Telli de yıllardır yazdığı şiir ve şarkı sözleriyle, ısrarla, içinde yapay görünmeyen bir güzelliği de barındıran temiz bir bahçe kuruyor.... O  güzel, temiz, özenle düzenlenmiş bahçenin arnavut kaldırımlarıyla döşeli dar patikasında yere düşen güz yapraklarının hışırtısını duyarak yürümek, ağaçlardaki kızıla çalan güz renklerinin doğal uyumuna hayranlıkla bakmak ve küçük su birikintisinin hemen yanındaki kamelyada porselen çay takımıyla ikindi çayı içmek az şey midir sizce? 

Yazı ve yayınlara ulaşmak için...